“ben sizdenim, peki ya siz benden misiniz?” — ben bilge

140journos
13 min readJul 30, 2015

--

“bu bi görsel midir”

evet.

“what kind of görsel??”

gazetelerden kesilip bir araya getirilmiş, A4 kağıda yapıştırılmış, ardından da suluboya ile sulanmış bir görseldir.

Editörün Notu: 140journos’un Medium hesabı üzerinde yayımlanan fikir yazıları, fotoğraf öyküleri ve farklı medyalarla yaratılan anlatılar, yazarların tasarrufunda olup ele alınan konulara farklı perspektiflerle bağlamsallık kazandırmak amacıyla yayımlanır ve 140journos’un kurumsal görüşünü yansıtmak mecburiyetinde değildir.

prestij sahibi bir gazetede bir yıl kadar görev almıştım. bir yıl içerisinde gözlemlediklerim ve deneyimlediklerim doğrultusunda, farkettim ki, türkiye’de basın sorununun gerçek faili erdoğan değildi; kanımca o sadece cilasını atmıştı.

gazete için yazan süperstar yazarlarımız vardı. mesela bir tanesi “halk çocuğu”ydu. bir keresinde “halk çocuğu”nun ofise gelişini görmüştüm: camlarına film çekilmiş, siyah, son model bir merçerez kapıya yanaşmış, şoför inip, arka kapıyı açmış ve “halk çocuğu” arabadan inerek, ofis binasına girmişti. halktan izole yaşayan bir kişi, halk üzerine ne denli yapıcı yazılar kaleme alabilir ve ne derecede doğru tespitlerde bulunabilir, kendime sormuştum.

bir diğer süperstar yazarımız ise überdemokrat kimliğiyle tanınıyordu. zaten köşesinde her gün “demokrasi”, “özgürlük”, “eşitlik” gibi hat hut ifadeler kullanır, kaleme aldığı yazı da gün içerisinde defalarca her mecrada sevilerek paylaşılırdı. ilginçtir ki, überdemokrat’ın genel kullanıma açık mutfağımızda türk kahvesi yapma makinesi vardı ve üzerinde de ilkokul çocuklarının defterlerine yaptıkları gibi, kahve makinesinin üzerine adı yazılmıştı; kendisi dışında çalışanların o makineyi kullanması yasaktı. anlamadığım nokta, kocaman ofisi vardı, hani madem kullandırtmak istemiyor, hakkıdır da, ama o zaman neden hepimizin kullandığı mutfağa koyup da sergiliyordu ki?

çalıştığım gazete de, tıpkı türkiye’de yayın yapan (gazeteler dahil) tüm haber portalları gibi, tarafsızdı. çok tarafsız oldukları için, bazen bazı haberleri ön plana çıkartır, görsel yerleştirmelerde türlü hınzırlıklara kaçılır, küçük hesaplar peşinde koşulurdu. bu sadece çalıştığım gazeteye has bir durum da değildi; başka gazetelerde çalışan arkadaşlarımla buluştukça, onlar da benzer hikayeleri bugün hala anlatır dururlar.

140journos ile ilk tanıştığımda da, kendilerinin “tarafsız” olduklarını iddia etmişlerdi. “aa çok iyi, süper” gibi gevelemelere kaçarken, içimden “külahıma tarafsızsınız” diyordum. gerçi kendilerini de çok tanıyor değildim. sadece beyoğlu’na gideceğim zaman nerede, ne yoğunlukta gazlı ve plastik mermili müdahale var, hava durumuna bakar gibi, hesaplarına giriyor, rotamı ona göre belirliyordum. ancak ilk görüşmelerimizde, kendilerine yeni bir yüz belirlediklerini, artık tarafsız olmayacaklarını, aksine her tarafa/kesime eşit mesafede yaklaşacaklarını söylemişlerdi. bu oldukça ilgimi çekmişti.

ilgimi çekmesinin sebebi ise, yazılı medyadan duyduğum rahatsızlıktı; gazete sayfalarını çeviriyorken, aklımda küçükken severek izlediğim the x files dizisinin “gerçek orada bir yerde” şiarı yankılanıyordu. örneğin aynı gün içerisinde, yeni şafak gazetesi, türkiye’de işsizlik seviyesinin düştüğünü aktarıyordu; hazırlanan bir rapora göre, işsizlik oranında bir önceki aya göre 0,1'lik bir düşüş yaşanmıştı. ancak bir gün gazetesi’nin aynı raporu ele alan haberine göre ise, işsizlikte ciddi bir artış yaşanmıştı; işsizlik oranında bir önceki yıla göre 1,0'lık artış yaşanmıştı. yani bir önceki aya göre 0,1'lik düşüş yaşanırken, bir önceki yıla göre ise 1,0'lık artış yaşanmıştı. ancak bu iki veriden birini aktaran gazete, diğer bir veriyi aktarmıyordu.

daha açıklayıcı bir şekilde örneklendirmek gerekirse, bu noktaya kadar yazdıklarım, beni “karşı” taraflarına aldıkları takdirde, eğer bir gün gazetesi’nde haberleştirilecek olsaydı, şöyle aktarılırdı: “ben bilge, demokrasiyi bir kahve makinesi ile eşdeğer gördü”. ancak star gazetesi’nde haberleştirilseydi de, bu sefer başlık büyük puntolarla şu olurdu: “paralelci ben bilge sonunda itiraf etti”; altında da “paralel olduğu bilinen ben bilge’nin, eylemleri 140journos üzerinden organize ettiği ortaya çıktı” yazardı.

eğer bana destek çıkacaklarsa da, bir gün gazetesi, ellerim havada, böyle hararetle bir şey anlatıyormuşum gibi gösteren bir görselimi kullanır ve başlıkta da “türkiye’de basın sorununda tek suçlu erdoğan değil” yazardı. star gazetesi de, “vandalların eylemleri yüzünden sokakta rahat yürüyemiyor” başlığını atar, altına da “vandalistler yüzünden mağdur olan ben bilge, sokaklarda özgürce yürüyemediğini ve kendisini vandallardan koruyabilmek için sık sık 140journos’tan yardım aldığını söyledi” yazardı.

örnekler çoğaltılabilir. ancak demek istediğim, bence siyaset duygusal değil, akılcı bir yaklaşımla ele alınması elzem bir konuydu. dolayısıyla 140journos’un, anlamı dışında kullanıla kullanıla değerini yitirmiş “tarafsızlık”tan ziyade, “her tarafa/kesime eşit mesafe” yaklaşımı hoşuma gitmişti ve zaten çok geçmeden de platformun bir üyesi haline gelmiştim; günün haberleri üzerine bobiler’de, sitenin kendi doğasına uygun içerik üretmeye başlamıştım.

140Journos’un belirlediği yeni düsturdan ötürü, başlarda bobiler’de içerik üretiminde zorlanıyordum. ancak her “acaba monte geçmesek mi bugün” çekincemde, aynı yanıtı alıyordum: her kesime eşit mesafede olduğu sürece, paylaşımda bulunmamda sakınca yoktu.

ancak geçtiğimiz hafta, bobiler’de paylaştığım “cool olayım derken süs oldum” ifadesinin yer aldığı selahattin demirtaş görseli tepki çekmişti.

bu yazıyı da zaten o yüzden yazmaya karar vermiştim. daha fazla devam etmeden önce, saygıdeğer hocam can kozanoğlu’nun cumhuriyet gazetesi’ne verdiği röportajda yaptığı bir tespiti aktarmakta fayda görmekteyim:

“Şu anda Türkiye’de siyasal olarak en rahatsız olduğunuz insanlar kim derseniz, AK troll denen insanlardan daha fazla rahatsız olduğum, HDP’nin sosyal medyadaki aşırı saldırgan genç Türklerini söylerim. Sosyal ortamda böyle bir tip var. HDP’nin çok saldırgan, küstah, genç bir Türk kesimi var. Kendilerini bir yerlere kabul ettirmek için bu hale geliyorlar belki. Saldırganlıkları, küstahlıkları, bir yerlere eklemlenmeye çalışırken gösterdikleri acımasızlıkları ve pek çoğunun temelsizliği. Yön bulamayıp da yönleri varmış gibi yapmaları. Onlardan ciddi rahatsızlık duyuyorum.”

açık konuşmak gerekirse, bir iki kereliğine de olsa, hocamın tespitini haklı çıkaran davranışlarım olmuştu. ancak hiçbirinde, “ırkçı” ifadesini kullanacak denli peşin hükümlü bir yaklaşım sergilememiştim.

gelen tepkilerden sonra, türkiye’de demokrasinin ne anlama geldiğini bilen insan sayısının, düşündüğümden de az olduğu kanaatine varmıştım. yani bobiler’de birçok paylaşımda bulunmuştum, yeri geldiğinde erdoğan’ı eleştirmiş, yeri geldiğinde ise bahçeli’yi ya da kılıçdaroğlu’nu, ancak yalnızca adında “demokratik” ifadesinin yer aldığı tek partinin eşbaşkanının yer aldığı “monte” sonrasında tepki almıştım. oysa ki, diğerlerinin hiçbirinde gakguk edilmemişti. diyeceğim o ki, sanırım “ilahlaştırma”nın kıskacında sıkışıp kalıvermiştim.

bu noktada üç önemli detaya da dikkat çekmek isterim. birincisi, “monte”leri hazırlarken, “her kesime eşit mesafe” düsturundan ötürü, kendimi, benimsediğim siyasi görüşten soyutluyor ve farklı bir kimliğe bürünüyordum. örneğin, demirtaş “monte”sini hazırlarken, “yılmaz özdil” kimliğine bürünmüştüm. genellikle de, chp’ye yönelik bir “monte” gireceğimde “ahmet kekeç” veya “etyen mahçupyan”, akp’ye ve mhp’ye yönelik olduğundaysa “kaan sezyum” kimliğine girmeyi deniyor, her birinin köşe yazılarını takip ettiğimden ötürü, onların algılayış şekliyle yorum getirmeye çalışıyordum.

ikinci önemli nokta da, “monte”lerde yer alan kafaları, vücutları ve ifadeleri gazetelerden biriktiriyor olmamda yatıyordu. örneğin bobiler hesabını inceleyecek olursanız, yalnızca iki adet demirtaş “monte”si görürsünüz. bunun sebebi, demirtaş’ın gazetelerde fazla yer almamasından kaynaklanmaktaydı. daha doğrusu, yer alıyordu da, hep ufak bir haber olarak geçiliyor, dolayısıyla da ya yayımlanan görsel çok ufak oluyor ya da hiç görsel kullanılmıyordu. yeri gelmişken — çıkarımını siz yapın — elimdeki en fazla görsel recep tayyip erdoğan’a aitti. ikinci sırada ahmet davutoğlu, üçüncü sırada kemal kılıçdaroğlu, dördüncü sırada devlet bahçeli, beşinci sırada efkan ala, altıncı sırada bilal erdoğan, yedinci sırada melih gökçek, sekizinci sırada ise selahattin demirtaş yer alıyordu. yalnızca bu aktarımdan bile başlı başına bir yazı çıkarılabilirdi; kendime not aldım.

son olarak da, ilginçtir, bugüne kadar “monte”lerden hiçbirini, gün içerisinde haberi gördükten sonra hazırlamamıştım. türkiye’de siyaset hep aynı yerde durduğu ve hiç ileriye doğru adım atılmadığı için öylesine öngörülebilirdi ki, “monte”leri hazırladıkça ofisteki dosyada biriktiriyordum; gün içerisinde de haberlere bakıyor ve istisnasız, her seferinde dosya içerisinde gündeme uygun bir şekilde koyabileceğim “monte” bulabiliyordum. tek yapmam gereken, suluboyayla boyamış olduğum metinlerin üzerinden mürekkepli kalemle geçmek oluyordu.

demirtaş’ın görselinin yer aldığı “cool olayım derken süs oldum” “monte”si üzerine gelen tepkilerden birkaç tanesi “komik olduğunu mu zannediyorsun” temalıydı. ona da açıklık getirmek isterim; hayır, hazırladığım “monte”lerin komik olduğunu düşünmüyordum. aslında yalnızca iki tanesinin komik olduğunu düşünüyordum ki, onları da zaten paylaşmadım ve paylaşmayacağım; kendimce yaptığım iki “monte”ydi ve söz konusu “monte”lerin paylaşılabileceği bir gündemin oluşabileceğini de sanmıyorum. ancak olur da kullanmaya müsait bir gündem oluşursa, türkiye topyekün aklını yitirmiş demektir.

twitter’dan gelen tepkilerin aksine, özelden yazılan yorumları ise yapıcı bulmuştum. söz konusu tepkiler, iki ana noktada birleşiyordu. bir tanesi, mizahın antropolojik kökeninden bahsediyor, ilk örneklerine değiniyor ve mazluma değil, güçlüye yönelik gerçekleştirilmesi gerektiğinden bahsediyordu. gelen eleştiriyi yapıcı bulmakla birlikte, görüş olarak katılmıyordum. zira bu boyutuyla, o zaman sanatçılar da tuvallerini bırakıp, resimlerini mağara duvarlarına çizmeye başlamalılardı. dünya değişiyor, sosyal ve kültürel koşullar değişiyordu ve hala kökende kalarak kısıtlanmaması gerektiğini düşünüyordum. belki de ben sığ birisiyimdir, bilmiyorum.

ikinci eleştirinin odak noktasında ise, birtakım güç odaklarınca demirtaş’a yönelik gerçekleştirilen itibarsızlaştırma kampanyasına katkıda bulunuyor olmam yer alıyordu. ancak demirtaş’a yönelik gerçekleştirilen “itibarsızlaştırma” kampanyası, yalnızca bir yorumdu. şahsen, demirtaş’ın gerçekten de itibarsızlaştırılmaya çalışıldığını düşünüyordum ancak görüşüm, bir veri değildi. öte yandan, bu bir veri bile olsa, “her kesime eşit mesafede olmak”, bu durumun hangi köşesinde yer alırdı; veya daha da basitinden, hiç yer alır mıydı, tartışmak lazım.

bunun dışında, twitter üzerinden gelen yorumlardan bir kısmına da cevap vermek isterdim ancak her profile eşit mesafeyle yaklaşmamın daha doğru olacağını düşündüğüm için, tamamına yanıt verme kararı aldım çünkü böylesi daha reklam kokuyordu:

“Ağır (ideolojik) bombardıman altında HDP’ye yönelik böyle bir mizah ile 140journos havuz medyasına düşmüş. Yazık.”

“böyle bir mizah”tan kasıt ne, tam olarak anlayamadım. öte yandan “140journos havuz medyasına düşmüş” tespitine nasıl bir karşılık versem bilemedim. havuz medyası diye tabir edilen yayın organlarından birinin de 140journos’u hedef gösterdiği göz önüne alınacak olduğunda, sahi, nasıl bir yanıt versem, gerçekten bilemedim.

“siz iyi misiniz?”

az önce aynı soruyu ofistekilere yönelttim, iyiyiz, sen nasılsın, dediler. “sen” derken aslında beni kastettiler çünkü bu yazı için sorduğumu söylemedim. bu yazı için sorduğumu, samimi ve dürüst bir cevap alabilmek için bilerek söylememiştim.

“birkaç gündür bi tuhaflar.”

140journos’taki diğer arkadaşları bilmiyorum ama birkaç gündür ben sahiden de tuhaflaştım. sıcak beni feci çarpıyor.

“bunlar da içindeki devleti öldürememişler heralde, az kaldı terörörö de diyecekler.”

terörörö’nüzü görüyor ve arttırıyorum: “terörörörörörörörörö”

“şirazesi kaymaya müsaitmiş, aklımızda bulunsun.”

140journos için pek mümkün gözükmüyor ancak benimki her an kayabilir, aklınızda bulunsun.

“bu paylaşımı kaldırıp kaldırmamanız hakkınızda karar vermemizi belirleyecek. takipçisiz kalırsınız, demedi demeyin”

söz, demem.

“Sıcaktan kafanız mı bulandı terbiyesizler”

yukarıda da belirttiğim üzere, sıcak beni hemen çarpıveriyor. ancak “terbiyesiz” ifadesini pek uygun bulduğumu söyleyemem.

“Şakaysa komik değil. Ciddiyseniz, rezillik!”

karşılık vermesi çok zor. çünkü şaka yapmıyordum ama ciddi de değildim. öte yandan “rezillik” bence göreceli bir kavramdır. örneğin kadıköy’de kamuya açık alanda öpüşmek rezillik değildir ancak aynı aktiviteyi üsküdar’da gerçekleştirmek, bölge insanınca rezillik olarak tanımlanabilir.

“Bu rezil görseli yayımlamaktan vazgeçeceğinizi umuyorum.”

“umduğunu bulamadı”

“sizin ki ne kafası????”

tekrar ediyorum, sıcak beni gerçekten çok etkiliyor. bir de saçımı 0'a vurdum, şak diye geçiveriyor valla.

“?!”

?

“bu bobilerle işbirliği size pek yaramadı.”

buna doğru bir cevap verebilmem için elimde istatistiki bir belge olması lazım. ancak yok.

“hayırdır? bu ne?”

valla engin buna “monte” diyor. zaten “monte” ifadesini de ilk o kullanmıştı, öyle kalıverdi.

“burda süs olan biri varsa oda sizsiniz”

“oda sizsiniz” derken neyin kastedildiğini anlamadım. yani evet, ofiste odalarımız var ama oda değil, bir platformuz.

“bu nasıl görsel ya”

kimisine göre komik, kimisine göre değil, kimisine göre ise aşağılayıcı bir görsel.

“ Olmamış. Siz Canlı Yayına devam edin Daha iyi ve faydalı”

daha iyi midir, o konuda bir şey söyleyemem ancak kesinlikle faydalı buluyorum 140journos’un canlı yayınını.

“siz nasıl bir şeye dönüştünüz böyle ya. unf.”

yukarıda da belirtmiştim; “tarafsızlık”tan, “her tarafa/kesime eşit mesafe”ye dönüştük. -müş’ler daha doğrusu. ben sonradan katıldım aralarına.

“neyin peşindesiniz”

muhtemelen ofisteki herkes ayrı bir amacın peşinde koşturuyordur. kendi adıma konuşacak olursam, genellikle son deniz otobüsü seferini kaçırmamanın peşinde koşturuyorum.

“Senin yaptığın mizahı sikeyim kaldı ki mizah değil haber yapıyorsunuz”

anlamadım, bu durumda mizahı değil, haberi mi s.kmiş oluyorsunuz?

“amaç ne burda delirdiniz mi siz ? ahmaklık bu yaptığınız şu an !”

yine özel cevap vermek durumunda kalacağım. açıkçası ben yavaştan delirmeye başladığımı düşünüyorum. sahi, bazen öyle davranışlar sergilediğim oluyor ki, akli melekelerimin yerinde olmadığını düşünüyorum. öte yandan “ahmaklık” kısmını anlamadım. bir paylaşımda bulunmak mı ahmaklık?

“Mizah anlayışınıza sokayım!”

pantolonunuzun arka cebine değil de, ceketinizin iç cebine sokarsanız mutluluk duyarım.

“Senin yaptığın şeye sicayim gerzek”

bir tercih mi yoksa bir zorunluluktan mı? çünkü batı medeniyeti 19. yüzyılda klozeti keşfetti. tarih konusunda yanılıyor da olabilirim ama ondan önce de yanlış hatırlamıyorsam, oraya buraya pislermiş insanlar. Hatta bu londra’da ciddi bir salgın hastalığın başlamasına ve sonucunda da kanalizasyon sisteminin geliştirilmesine zemin hazırlamış. yeri gelmişken, gündüz vassaf’ın bir kitabı vardı, gündelik hayatta totaliterizm miydi, neydi adı, o kitapta klozeti, daha doğrusu genelinde bir oda olarak tuvalet’in kendisinin, gündelik hayatımızda yer alan totaliter unsurlardan biri olduğunu yazmıştı. güzel kitaptı.

“aptallar!”

bak işte bunu hazmedemem. ben aptal olabilirim ancak ofisteki arkadaşlara bu sıfatın yakıştırılması beni rahatsız eder ve etti de.

“böyle gerizekalılık olamaz gerçekten, o kadar nefret ettim ki bu ucuz mizahınızdan tanıdğım herkese unfollow ettirecem sizi.”

ayrımcılık yapmayın ve eşitlikçi olun lütfen. tanımadıklarınıza da “unfollow” ettirin.

“hahahha çok iyi görsel.”

teşekkür ederim.

“daha önce de benzer bir paylaşım yapmıştınız. Devrimcilerin yaptığı haberleri alıp kullan sonra bu dangalak paylasimlari yap!!”

evet, daha önce de bobiler üzerinden paylaşım yapmıştım. öte yandan yayın akışından bildiğim kadarıyla, 140journos sadece “devrimciler”i değil, her kesimin haberini yapıyor. algıda seçiciliğin yan etkilerinde öfke vardır, aşırı doz tehlikeli olabilir.

“?”

?

“umuyorum ve diliyorum ki bu sadece hacklenmektendir.”

bu bir beddua mıydı?

“waaooowww mizah be”

(…demiş ve ünlü filozofların güldüğü iğneleyici bir görsel paylaşmış)

ben de mizah olarak değerlendirmiyorum açıkçası.

“aptal misiniz? Bu sacma gorsel nedir?”

iki sorunun da cevabını yukarıda verdim.

“hayır olmadığını düşündüğünüz bir şey varsa buyrun yazın. ama adamlar aylardır ince ince nakış gibi işliyorlar mizahı”

teşekkür ederim.

“futbol takımı tutar gibi siyasetçi tutulduğu için normal o tepkiler. hem kışkırtıcı hem de sınırında. güzel.”

teşekkür ederim.

“bunu da mi sirf ibnelik olsun diye millete haber diye veriyorsunuz”

yok, bu seferki heteroseksüelliktendi.

“çok komikmiş mallar”

“mallar”dan kasıt, “monte”ler midir?

“Takip ettirip sonra da kaçan bu qezo hesaptan da böyle saçma görsel beklenirdi”

evet, “takip ettirip kaçan” kısmına ben de katılıyorum. hatta bu konuda engin’e görüşlerimi de iletmiştim. anlaşılan o ki, dinlememiş. ancak “qezo” nedir, tam anlayamadım. bir de evet, görsellerin saçma olmasına özen gösteriyorum.

“herhalde dalga geçmek demek istemişsiniz pek bi mizah göremeyince!”

dalga geçmek ile mizah arasında, kendimce tartışmalı bulduğum ince bir çizgi vardır. iletinizi fazla açıklayıcı bulmadım.

“BOKUNU YİYİN”

demirtaş’ın mı? açıkçası davet ederse çayını içebilirim. hatta çayları da ben ısmarlamak isterim.

“Bu haberi neden bir mizah sitesi uzerinden veriyorsunuz? Onceki gonderilerinizden birinde de benzeri bir tutum vardi…”

evet. paylaşımlarda da belirtilmişti “140journos’un yeni yüzü” diye. buna engin “her mecranın doğasına göre” diyor. bunu demekten de büyük keyif duyuyor sanırım çünkü böyle alakasız konuşmalar sırasında da anlamsız bir şekilde “her mecranın doğasına göre” dediği oluyor. yani tabii ki de “nasılsın” gibi bir soruya böyle bir cevap vermiyor da, mesela “engin elimde bu ikisi var, hangisini paylaşayım” diye sorduğumda, “her mecranın doğasına göre” gibi alakası olmayan cevap verebiliyor. öte yandan önceki gönderilerden birinde değil, çoğunda yer alıyor bobiler’de yayımlanan “monte”ler.

“Defolun UNF”

“defolun” diyorsunuz ancak aynı zamanda da “UNF” diyerek, kendi kendinizi def ediyorsunuz. çelişkinizi kafa karıştırıcı buldum.

“Salaklar sürüsü. Yazıklar olsun. AA bile böyle şey yapmadı ABV.”

tekrar söylüyorum, şahsıma yönelik “aptal” veya “salak” yaftalamalarını kabul ederim ancak iş arkadaşlarımın öyle olmadıklarına eminim. öte yandan katılıyorum, anadolu ajansı böyle bir şey yapmadı. daha az yaratıcı ancak çok daha provokatifini yapmışlığı olmuştu. “ABV” neyin kısaltması bilmiyorum.

“Linç is coming”

dedi; haklı çıkmıştı.

“hadi bloğunuzu da alın gidin burdan”

bu bir blog değil. bir twitter hesabı. bir de internet sitemiz var. bir de snapchat hesabımız. bir de instagram, facebook, bobiler, ekşisözlük hesaplarımız. herhangi birinden bizi takibe alıp bir de oradan kovma talebinde bulunmak ister misiniz?

“bu bi görsel midir”

evet.

“what kind of görsel??”

gazetelerden kesilip bir araya getirilmiş, A4 kağıda yapıştırılmış, ardından da suluboya ile sulanmış bir görseldir.

“hiç komik değilsiniz… açıklamanız daha da beter…”

açıklama mı yaptık? valla melda’ya sordum, “ne açıklaması” dedi, ben de “ne açıklaması olduğunu ben de bilmiyorum” dedim. “nereden çıktı ki” diye sordu bu sefer de. “birisi öyle bir yorum yazmış” dedim. “nereye” diye sordu. “twitter’a” dedim. “bir açıklama yapmadık” dedi. “evet, ben de öyle biliyordum” dedim. olay tam olarak böyle yaşandı. 140journos üyesi olarak, bir kez daha vatandaş haberciliği yaparak, sizlere “açıklama” krizinin perde arkasını aktardım.

“Mizahınız buysa, biz takip etmeyelim sizi…”

dediğim gibi, ben bunu mizah olarak görmüyorum açıkçası. muhtemelen yayımlandığı mecradan ötürü sizlerde mizah olduğuna dair bir algı oluşmuş olabilir.

“Çok güzel mizahmış kardeş beynini sikeyim.”

biyolojik olarak mümkün bulmuyorum.

“Boktan mizahınızı gotunuze sokar misiniz lutfen…”

mizahın (sözel ya da eylem odaklı) üretimi, beynimizde yer alan neokorteks katmanı sayesinde gerçekleştirilir. vücudun başka bir alanıyla ilgisi yoktur. dolayısıyla mizah olarak tanımladığınızı beynime sokmaya kalksam, bu sefer de nasıl yapacağımı bilemem.

“Bu gerzeklerin marifetleri pek çokmuş.”

marifet mi? daha menemen yapmasını bile beceremiyorum.

“o mizahınızı da alıp kaybolur musunuz lütfen. Bu kadar capsız mizah yapılmaz yapılamaz.”

yeterli param olsa, sizin mizah olarak tanımladığınızı ve bavulumu alıp, ege’de bir sahil kasabasına yerleşirdim. ama hayat çok pahalı ve para biriktirmek söz konusu olunca, hayaller ne yazık ki hayal olarak kalıyor.

“ya şuan bunu yazan editör, Hedef gösteren mizahları ne zamandan beri yayınlıyorsunuz?”

hedef gösteren mi? biraz daha zorlarsanız, yeni şafak gazetesi yaratıcı haberler departmanında görev alabilirsiniz.

“bravo müthiş mizah. Hükümetin demirtaş’ı karalama politikası üzerinden ‘caps’leri yayınlayın gerizekalılar sizi”

iki cümle birbiriyle çelişiyor. tam olarak anlayamadım, övüyor musunuz, sövüyor musunuz?

“siz o mizahı yavaşça yerine bırakın dostum”

gündelik hayatta da dostlarınıza “siz” diye mi hitap edersiniz?

“bugün gene çok tarafsızsınız kardeş. güle güle kullanın.”

hayır, tarafsız değiliz. her tarafa eşit mesafedeyiz. ancak en beğendiğim tepki, ertesi günü paylaşılan “140journos “entry” formatında oluşturduğu haberleriyle Ekşi @Sozluk’te. Takip ediyor musunuz?” iletisinin altına yazılmıştı:

“etmiyoruz kaypak herifler sizi. Demirtas kepsinizi unutmadik.”

o kadar çok hoşuma gitmişti ki, ben de kendi hesabımdan 140journos’un iletilerine aynı yorumu yazma kararı aldım:

yazı burada sona ermiyor. yazının şimdiki bölümünde, on madde ile, gelebilecek eleştiri ve saldırıları öncesinde tahmin etmeye çalışacağım:

1. “prestij sahibi bir gazetede” ifadesini kullanmışsınız. bu aynı zamanda prestijsiz gazetelerin olduğu anlamına mı geliyor? basın emektarlarının emeklerini nasıl böylesine yoksayarsınız?!!!

2. görsellerden birinde “joinlemicez” diye bir ifade yer alıyor. türkçeyi yozlaştırarak ne yapmaya çalışıyorsunuz??

3. mercedes’e binen halk çocuğu olamaz mı, neyi ima ediyorsunuz!!!

4. “türk kahvesi makinesi” nasıl bir ifade??? ırkçı olduğunuzu bilmiyordum. UNF

5. yazida verilen kose yazarlarin tamami neden erkek? cinsiyetci yaklasiminiz desifre oldu. Serefsizler sizi

6. gazetelerden siyasi figürlerin kafalarını keserek, ışid’in katliamını normalleştirmek terbiyesizlikten öte bir şey değil

7. yazıda hem bir güne hem de stara eleştiri yapmissiniz, paralel misiniz yandas mi anlayamadim, kafami karistirarak üst akıla mi hizmet ediyorsunuz??????!!

8. yazıyı latin alfabesiyle kaleme almısınız, osmanlı torunlarına neyi ima ediyorsunuzz

9. siyasetin duygusal ele alınmamasi ifadesiyle siyasetle duygusal iliski icerisinde olanlari hedef gosterriyosunuzz

10. 140journos’ta, 0 etkisiz eleman, 1 ile 4'u toplayinca 5 ediyor, journos da 7 harfli, 7 ile 5'i toplayinca 12 ediyor. 1 ile 2'yi toplayinca da 3 ediyor ve kurulusunuzdan bu yana 3 yil gecti. bu da mi tesadddüf paralelciler siizi

ancak yazı burada da sona ermiyor. isterim ki, “monte”lerden geldik, “monte”lerle gidelim:

yazı birazdan sonra eriyor; yazıya ve “monte”ye üç dedikten sonra saldırabilirsiniz.

iki.

--

--

140journos

140journos, türkiye’yi anlamak için orijinal belgesel videolar, nitelikli araştırmalar ve görsel hikayeler üreten bir yeni medya yayıncısı.